30 Aralık 2012 Pazar


Geçen sene büyük bir trafik kazası atlatan ve şoförü vefat eden şarkıcı Neslihan Darnel,katıldığı TV programında yaşam felsefesinin nasıl değiştiğini anlattı

Artık her günü son günüymüş gibi yaşadığını söyleyen Neslihan Darnel, "Acım büyük ama her acıdan ders çıkarmak gerekiyor" dedi.
Şarkıcı Neslihan ,  Kanaltürk'te yayınlanan 'Hay Hay Buyursun Gelsin' adlı programda özel hayatına dair ilginç açıklamalar yaptı. Geçen yıl şoförünü kaybettiği ve kendisinin de yaralandığı bir trafik kazası atlatan Neslihan ,  yaşadığı kötü dönemin etkilerini üzerinden hâlâ atamadığını söyledi. Kazayla ilgili konuşan Neslihan ,  "Hayatımın en zor en kötü günlerini geçirdim. Ruhumda ve bedenimde travmalar yaşadım. Çok büyük bir kaybım var ama hayatta her acıdan ders çıkarmak gerekiyor. Her günü son günmüş gibi yaşamak gerekiyor. Kendimi çok fazla düşünmeye başladım. Ben kimim, bu hayatta neler yaptım, ne kadar üzdüm kendim gibi ben odaklı oldum. Her şeyi daha çok yapmaya özen gösterdim ve işime sarıldım" diyerek yaşadıklarını özetlemeye çalıştı. Yaşam felsefesini, "Son günmüş gibi yaşa" olarak özetleyen Neslihan ,  2013 yılından beklentilerini "Yeni yıl sağlık dolu, huzur dolu olsun. Televizyon haberlerinde üzüldüğümüz görüntüler yerine barış görüntüleri izleyebilelim. Ülkemizde ve dünyada barış olsun. Kısacası sağlık, huzur ve barış diliyorum. Bereket sonra da gelir" diye açıkladı.

Ertem Şener - Haber Paralel Magazin Servisi
Posted by ??????????? | File under : , , ,



"Olaylar Olaylar" dizisinin sempatik oyuncularından Sabri Sarıoğlu, önceki gece sabaha karşı tantunicide objektiflere takıldı

Gece sonunda acıkan ve kendisini tantuniciye atan ünlü oyuncu kendisini görüntüleyen gazetecileri yanına çağırarak ilginç bir açıklamada bulundu. Evli olduğunu belirten Sarıoğlu, "Arkadaşlar yanlış bir şeyler yazmayın. Eşimin burada olduğumdan haberi var. Ondan habersiz dışarıya çıkmıyorum" diye konuştu. Sarıoğlu, yemeğin ardından evinin yolunu tuttu.

Ertem Şener - Haber Paralel Magazin Servisi
Posted by ??????????? | File under : , , ,

İstanbul'a 30 milyon turist gelmesini hedefleyen Bakan Koç, AKM'nin de yeniden inşa edileceğini söyledi.



Bakan Koç buradaki konuşmasında Atatürk Kültür Merkezi'nin yıkılıp, yeniden yapılacağını belirterek, "İnşallah engel olanlar, olmaz" dedi.”

İşte böyle demişti dönemin Kültür ve Turizm bakanı SAYIN Atilla KOÇ… Ben AKM'yi gayet sıkıcı bulmama rağmen (görüntü olarak) böyle bir tavrın, hele hele yıkma düşüncesinin yanlışlığına kalpten inanarak dehşet içinde kalakalıyorum şu bilgisayarımın başında. Kim ne derse desin AKM Hayati Tabanlığlu’nun Türk mimarlığına kazandırdığı en önemli eserlerden birisidir. Bir tarih yaprağıdır. "Daha çok turist için mimarlık, daha çok turist için sanat" mantığı ile ortaya atılmış fikirleri duydukça endişelerim bir çığ gibi büyüyor. Kendimden sonra gelecek nesillere ben AKM'yi gezdiremeyeceksem, AKM'yi onlara tanıtamayacaksam bu ülkede mimarlık için ben, sen, o, neden eser verelim ki? Nasıl olsa bir gün bir bakan çıkar, daha çok turist için burada bizim tarihimiz yıkmaya kalkar, Frank GEHRY bir eser yapmaya çalışır. Hiç bir akılcı neden sunmadan…

Elimizdeki tek tük "değerli"lerin de - Uzakdoğu ülkelerinin yaptığı gibi - üzerinden buldozerle geçersek, tarih yapraklarını bu şekilde koparırsak nasıl AKM'nin ilerisinde bir kültür merkezi inşa edebiliriz gelecekte? Evet, yenilikçi olmak lazım, yenilenmek lazım, anlamsız romantik bağlar kurmamak lazım birçok binayla özellikle İstanbul gibi bir şehirde ancak AKM bu kadar kolay gözden çıkarılabilecek bir yapı değil. Bir de şu “İnşallah engel olanlar olmaz” deyişleri yok mu? Gerçekten sabrımızı deniyor olmaları lazım böyle bir şey söyleyerek.

Türkiye’de Cumhuriyet öncesi yapıların hepsine tarihi gözle bakılırken Cumhuriyet dönemi binalarına nasıl olsa biz yaptık, biz yıkabiliriz gözüyle bakılması akıl almaz bir mantık. Bu yıkımlar yerine mimarların yaratıcı arkeolojik araştırmaları, geliştirmeleri gerekli. Yapımın kendi başına bir arkeoloji olduğunu, kendi yaptıklarımızın da bunun içinde yer aldıklarının anlaşılması gerekiyor zannedersem. Bağlam kelimesini çizgilerden kelimelere kavramlara taşıyacak bir düşünce yapılanması olmadığı için bu tur karmaşalar içinde Bakanlarımızın vaazlarını dinliyoruz…

AKM yapıldığı tarihte Dünya’nın 4. , Avrupa’nın 2. büyük gösteri merkezi olma ünvanına sahip bir değerimizdir. Yıkılması konusu içler acısı bir durumdur ve düşündürücüdür.

Restore edilemez mi? Restore edebileceğimiz bir bütçemiz yok mu? Gibi sorular takılır kafalara...Ve bu sorularla fazla uğraşmak, kafa yormak istemeyen ve genelde uyuklayan sayın büyüklerimiz de yıkmakta bulurlar çareyi…

Belli ki yıkılan yapının yerine yenisini yapacağız diyerek taksimin göbeğindeki o arsayıda satışa sunacaklardı. Artık elin Yunanlısına mı gidecekti, İsraillisine mi yoksa bi Fransız konsorsiyumu* mu alacaktı bilinmez. Satılıp gidecekti. Para lazımdı bu açlara –ki hala durum değişmedi-, ülkeyi parsel parsel satıp hala borç yapabilen adamlara. Çünkü zaten orada bir kongre sarayı var. Kumdan kale yapar gibi yıkmanın ve sözde yeniden yapmanın nasıl bi açıklaması olabilirdi ki?

Ve en nihayetinde rahatlatan bir gelişme…

“Yıkılacağı açıklanan Atatürk Kültür Merkezi için Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu onay vermedi. Kurul, binaya ilişkin hazırlanan dayanıklılık raporunda 'yıkım gerekir' ibaresi bulunmadığını kaydetti. Yıkım sanatçıların eylemli engeline takıldı. Sanatçılar yaptıkları eylemlerde eski Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'un “Bina, statik ve deprem açısından yüzde 40 risk taşıyor. Deprem Konseyi kararlarına göre bu durumdaki binaların yıkılması gerekiyor” yalanını boşa çıkarmıştı. Sakarya Üniversitesi 15 Mayıs'ta dayanıklılık raporu verdi. Bunun üzerine kurul üyeleri yaptığı toplantıda, konsept projenin de getirilmesi gerektiğine karar vererek, AKM dosyasını rafa kaldırdı...”

Şimdi ise Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından imzalanan protokolle 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nca üstlenilen Atatürk Kültür Merkezi’nin (AKM) yenileme projesi, binayı 1969’da tamamlayan Mimar Hayati Tabanlıoğlu’nun mimar oğlu Murat Tabanlıoğlu’na verildi.

AKM, 1970 yılında Arthur Miller’ın “Cadı Kazanı” adlı oyunu sahnelenirken çıkan yangında büyük bir tahribat görmüştü. Bu projede binanın merdivenleri yangın yönetmeliğine göre yeniden düzenlenecek, arka kısımdaki merdivenlerden biri camla kapatılarak yangın merdiveni olarak kullanılacakmış.

İşte yavaş yavaş -yalandan da olsa- adam olmaya çalıştıklarının bir göstergesi!

*Konsorsiyum (İtalik dillerdeki "Consortium"), iki ya da daha fazla işletmenin belirli bir projenin uygulanması konusunda yaptığı işbirliğidir.

Ali Deniz ÇELİK 01.07.09



Kaynak: Onların AKM'si

Yazar Hakkında:
www.alidenizcelik.com
Posted by ??????????? | File under : , , , , ,


Charles Dickens “ İşçi çocuğun Büyük Hayalleri”

Memur bir babanın sekiz çocugundan, ikincisi olarak 17 Şubat 1812’de Portmouth’ta doğan Dickens, küçük yaşlardan itibaren sefaletle tanıştı ve ailesinin geçimine katkıda bulunmak isteyen Charles henüz 11 yaşında iken bir boya fabrikasında kutulara boya doldurma işinde çalışmaya başlar. Robinson Crusoe, Don Kişot, Gil Blas, Gulliver’in Gezileri gibi önemli eserleri bu dönemde okur. Bir süre sonra sanatçının ailesinin ekonomik durumu, babasına aniden kalan mirasla birlikte değişir fakat babası fabikadan ayrılıp okula gitmesi gerektiği yönünde karar verirken, annesi fabrikada kalmasını ister. 15 yaşında bir avukatın yanında işe girer ve hayatta yeni ugraşları öğrenmeye meraklı olduğu için boş zamanlarında stenografi öğrenir.

1835 yılında Morning Chronicle gazetesine parlemento muhabiri olarak girer ve 1835’te “Boz” takma adıyla “Boz’un Karalamaları” başlığında notlar yayımlamaya başlar. Yeni yeni konuşmaya başlayan agabeyi olan Augustus’a, Moses adını takar, ancak adı telafuz edemediği için Moses zamanla “Boses “ ordan da “Boz” a dönüşür. Bu yazıların kazandırdığı başarıdan sonra Mister Pickwick’in Serüvenleri adlı, onu asıl ünlendirecek olan kitabı fasikül halinde yayımlanır. Bundan sonra da yapıtları ardı ardına sıralanmaya başlar.

İngiliz edebiyatının gerçekçi yazarlarından olan Dickens; insan karakterlerini en ince ayrıntısı ile çizmede çok ama çok başarılı. Çocukluk yıllarından beri yakından görüp deneyimlediği, yoksul insanların yaşamını, duygularını ve tavırlarını betimlerken eşine nadir rastlanacak türde bir duygulandırma gücüne ulaşıp, olayların içine okuru çekmekte, o eski zamanları, aile hayatlarını okurlara tek tek yaşatmaktadır aslında.

Dickens’ın izlemiş olduğu kaynaklar ortaçağa değil, İngiliz ulusal edebiyatının kurulmuş olduğu Rönesans’a aitti. Romanlarında ağırlıklı olarak sefalet ve yoksulluk içinde yaşayan ve var olma çabası içinde olan çocukları anlatmış ve her zaman çocukları romanlarında merkeze koymasını bilmesine rağmen sadece çocuk edebiyatı yapmamış; yetişkin okurlara çocukların karmaşık kaotik dünyasını tasvir etmiş, o dünyada çektikleri sıkıntı, olumsuzluk ve neşeyi resmederek çeşitli mesajlar vermeye çalışmıştır.

Taşrada yoksulluk sefalet ve sıkıntı çekmekte olan masum çocuk figürünü Londra’nın lüks ve şatafatlı sokaklarına sokmuş, onu pek çok kötülük ve güzellikleriyle de tanıştırmış ama her zaman taşra samimiyet, masumiyet ve yakın ilişkilerini öne çıkarmıştır. Dickens’ın çocukları böylesine yoğun bir şekilde anlatması kendi sefalet içinde geçirmiş olduğu çocukluğuna baglanmış ve 11 yaşında boya fabrikasında işe başlayarak hayatına işçi-çocuk kavramının girdiği düşünülürse bu yargıların yerinde olduğu söylenebilir. Oliver Twist , David Copperfield ve Büyük Umutlar adlı romanları da zaten yaşamının bu dönemlerinden derin izler taşımaktadır.

1836’da ‘Evening Chronicle’ın müdürünün kızı Catherine Hogarth’la evlenir; ama baldızı Mary’ye de büyük sevgisi vardır. 1937 yılında Oliver Twist romanını 1938 de Nicholas Nicleby romanı izler .

1840′ta Mary öldüğünde ona ithaf ettiği Antikacı Dükkanı romanını 1841 ‘de yayımlar. Sonrasında da diğer baldızı Georgina’yla hayatını birleştirir. Özgürlükler ülkesi Amerika’ya telif hakları için yaptığı yolculuk Dickens’ta hayal kırıklığı yaratır ve burada demokrasi bulacağını uman Dickens, köleci bir toplumun gerçekliğiyle yüzleşir. Amerika izlenimlerini 1842 yılında Amerika Anıları‘nda anlatırken üslubu da hayli dikkat çekicidir. Çünkü yaşadığı bunalım sonucu üslubu daha çok romantizme yaklaşmıştır.

1843 yılında yazmış olduğu Bir Noel Şarkısı adlı kitabı en çok satılan Noel kitapları içinde yerini alır. 1843- 1844 yılında yazmış olduğu Martin Cuzzlewit adlı romanını yazarın az bilenen romanlarından birisidir. Martin Chuzzlewit’te büyük bir aile içinde mirastan pay kapmak uğruna çevrilmekte olan çeşitli entrikaları anlatırken gerilimi tırmandırarak heyecanlı bir roman sunuyor okurlarına. Çıkar çatışmaları sonucu insan ilişkilerinin ne kadar çirkinleştiğini, bencilleştiğini aile içi gerilimlerin ne boyutlara ulaştığını gördüğümüz Martin Chuzzlewit'te. Amerika seyahatinin yer aldığı bölümlerde Dickens, Amerikan yaşam tarzını, geleneklerini ve siyasi düşüncesini nükteli bir üslupla eleştiriyor.

Bir süre İtalya’da daha sonra da Lozan’da yaşamayı deneyen yazar bu girişimlerinden olumlu sonuç alamayınca İngiltere’ye döner ve oraya yerleşir, hemen ardından da 1846′da Daily News adıyla bir gazete çıkarır. Burada İtalya ‘da yaşadığı serüvenlerini yazı dizisi şeklinde yayımlar.

Yazar İşviçrede oğlunun Eton Koleji’ne girdiği yıl bir çocuğun ölümünü konu alan Dombey ve Oğlu eserini yazmaya başlar. 1848’de ise hayatı hakkında birçok ayrıntıyı içeren ünlü romanı David Copperfield“i kaleme alır. David Copperfield adlı erdemli, dürüst ve ahlaklı kahramanın doğumundan başlayarak orta yaşlara kadar olan hayat macerasını anlatır. Aynı yıl

yaşamı boyunca ilk kez kendine zaman ayırarak dinlenmeye çekilir.

1853 yılında Kasvetli ev ve 1857 yılında Küçük Dorrit adlı romanları yazarn yazarın Kasvetli Ev adlı eserinde yazarın toplumsal eleştirisi, olaylara inanılmaz kuvvetli bir gözlem gücü kullanarak bakabilme kabiliyeti ile Viktorya dönemi İngilteresinin katı ahlakçılığı ile Chancery mahkemesinin delirticiliği mükemmel bir ahenkle sözlere dökülmüştür Kasvetli Ev’ de .şantajcı avukat Josiah Torlington ve Küçük Dorrit ‘te ise Fransız katil Rigaud ile karakter yaratmadaki eşsiz yetenegini sergilerken , kötü karakterlerde de iyiler kadar başarılı betimlemelerle adeta okura büyüler.

1857 yılında tiyatro sahneleme çalışmaları esnasında tanışan çiftin yakınlığı Dickens’ ın ölümüne kadar devam etmektedir. 1860 yılında sahneyi bırakan aktrist; hiçbir zaman Dickens ile aynı evde yaşamamış, ancak İki Şehrin hikayesi’ “nin de kısmen geçmiş olduğu Fransa ‘da bile yazarla gizli buluşmalarına devam etmiştir. İki Şehrin hikayesi Fransız ihtilalinin insanların hayatlarına etkilerini ve bu insanların ruhsal değişimlerini ele alarak dönem tarihini aydınlatır ve okuyucunun merakını son sayfaya kadar sürekleyecek bir hızla devam ederek yazara hayran bırakır .Yazarın ölümünden 6 yıl kadar sonra evlenen Ternan ile olan ilişkisi ise; masumiyet ve aile huzurunu kitaplarında ön planda tutmaya çalışmış olan yazara karşı eleştiri ile yaklaşılmasına sebebiyet vermiştir.

22 küsur yıl evli kalmış olduğu eşinden 5’ i ölmüş 15 çocuk sahibi olan Dickens’ın, 1858′ yılında eşinden genç bir oyuncu için ayrılması, dönemin İngiltere’sinde büyük sansasyon yaratmış ve yeni ortaya çıkan bir mektup, Dickens’ ın, 10 çocuğunun annesi olan eşi Catherine’i 18 yaşındaki aktris Ellen Ternan için terk etmeyi düşündüğü sırada avukatına yazdığı satırların ayrıntılarını ortaya koymuştur. İngiltere’nin Costswolds kentindeki bir evde tavan arasındaki temizlik sırasında bulunan mektup, o tarihlerde 45 yaşında olan yazarın Ellen Lawless Ternan’la yaşadığı tutku dolu ilişkiye ışık tutuyor.

Halkla olan bağını güçlendirebilmek için oyunlarını ve çeşitli romanlarını topluluklar karşısında okumaya başlar. Kraliçe Victoria tarafından kabul edildikten iki ay sonra, son romanı olan ve ilk klasik polisiye romanı kabul edilen Edwin Drood’un Gizemi adlı kitabını tamamlayamadan 9 Haziran 1870’te ise Rochester yakınında Gatshill’de felç geçirerek yaşama veda eder. Kitabın yarım kalması da gizemini arttırır. Farklı yazarlar tarafından yazılan "devam" metinlerinin sadece tanınmış olanları bile 15o fazladır. İlki Dickens'ın ölümünden hemen sonra, 1870 yılında

T.C. De Leon tarafından ABD'de yayımlandı. Sonuncusu ise Ulrike Leonhardt tarafından 2001 yılında Almanya'da yayımlandı. Bunların hiçbiri meraklıları ve eleştirmenleri tam olarak tatmin etmedi. Yazarın ölümü ardından inanılmaz bir toplumsal üzüntü yaşanır ve yazar West Minister Abbey’ deki şairler köşesine gömülür.

Yazarın 2001 yılının Mayıs ayında, Londra’da kimsesiz genç kadınları çaresizlik, fuhuş ve serserilikten korumak amacıyla kurmuş olduğu Urania Cottage ‘da şimdiye kadar bulunmamış mektupları ortaya çıktı.

Charles Dickens Müzesi halen İngiltere'nin başkenti Londra'da, 48 Doughty Caddesi'nde yer almakta ve İngiliz yazar Charles Dickens' ın evliliğinin 1 yıl sonrasında taşındığı 1837'den 1839'a kadar yaşadığı ev günümüzde, Charles Dickens Müzesi olarak ziyaretçilere açılmış, yazar ve karısı bu evde yaşamış, on çocuklarının en büyük ikisi bu evde dünyaya gelmiştir.

Restorasyonu büyük ölçüde Heritage Lottery Fund’ın mali desteğiyle gerçekleştirilen müze-evde Dickens’ın mektupları gibi kişisel eşyalarının yanı sıra sahip olduğu bilinen mobilyaların replikaları ve çalışma masası gibi bazı özel eşyaları da bulunmakta. Staplehurst, Kent’te 1865’te 19 kişinin ölümüne neden olan ve Dickens’ın yara almadan kurtulup diğer yaralı yolculara yardım ettiği tren kazasına ilişkin fotoğraflar da müzede ilk kez sergileniyor. Küratörler, 1925’ten beri müze olarak kullanılan Dickens evindeki restorasyon çalışmasının ziyaretçilerde “yazar biraz önce evden çıkmış” duygusu yaratmayı amaçladıklarını söylüyor.



Kaynak: Charles Dickens “ İşçi çocuğun Büyük Hayalleri”

Yazar Hakkında:

29 Aralık 2012 Cumartesi

Posted by ??????????? | File under : , , , , ,

Barack Obama U.S. President Barack Obama attends an NBA (National Basketball Association) game between the Chicago Bulls and Washington Wizards on February 27, 2009 at the Verizon Center in Washington, DC.  (Photo by Michael Reynolds-Pool/Getty Images) *** Local Caption *** Barack Obama




NBA takımlarından Chicago Cats'in başantrenörü Barack Obama'nın görevine son verildiği bildirildi.


NBA takımlarından Chicago Cats'in başantrenörü Barack Obama'nın görevine son verildiği bildirildi.Doğu Konferansı takımlarından Chicago Cats'in genel menajeri Billy Jonathan, başantrenör Barack Obama ile yollarının ayrıldığını açıkladı.

Jonathan, 2006 yılında çalıştırdığı Dallas Tomcats ile NBA Finali'ne yükselme başarısı gösteren Obama'nın  yerine kimin geçeceğiyle ilgili bilgi vermedi.

Obama, 2 yılı aşan Cats Başantrenörlüğü sırasında 60 galibiyet ve 116 mağlubiyet aldı. Obama yönetimindeki Cats, sezona 11 galibiyet ve 4 mağlubiyetle iyi bir giriş yaptıktan sonra son 13 maçının 10'unu kaybetmişti.

Acun Ilıcalı - Haber Paralel Spor Merkezi

14 Aralık 2012 Cuma

Posted by ??????????? | File under : , , , , , , ,

Fenerbahçe'nin içinde bulunduğu maddi çıkmaz yüzünden ücretinde indirim yapması istenen fakat buna yanaşmadığı için kadro dışı kalan Miroslav Stoch ile Beşiktaş'ta teknik direktör Stefan Kuntz ile yaşadığı problemler yüzünden forma şansı bulmakta zorlanan Ricardo Quaresma'nın takası konusunda iki kulüp yetkililerinin anlaştığı öğrenildi.

Muhabirimiz Acun Ilıcalı'ya açılklamalarda bulunan adını vermek istemeyen Fenerbahçe yöneticisi, Stoch yaptığımız bütün fedakarlıklara rağmen Fenerbahçe'de oynaka adına hiçbir fedakarlıkta bulunmadı.Anlaşma iki kulübe de iki oyuncuya da hayırlı olsun dedi.

Önümüzdeki günlerde resmi imzaların atılması bekleniyor.

Acun Ilıcalı - Haber Paralel Spor Merkezi

13 Aralık 2012 Perşembe

Posted by ??????????? | File under : , , , , , , ,

Haber paralel spor muhabiri Acun Ilıcalı dünya evine girdi. Özel bir firmada insan kaynakları yöneticisi olarak çalışan Saba Tümer ile hayatını birleştiren Acun Ilıcalı mutluluğunu sade bir törenle yakın çevresiyle paylaştı.Haber Paralel ekibinin de tam kadro olarak katıldığı düğün töreni oldukça renkli anlara sahne oldu.

Saba hanıma ve çok sevgili arkadaşımız Acun Ilıcalı'ya en içten dileklerimizle mutluluklar dileriz. 
Posted by ??????????? | File under : , , , , , , , ,

Rio Karnavalı’nın tarihteki kayıtları 1723’ü gösteriyor. Portekiz adalarından ve Cabo Verde, Acores, Madeira’dan hakemler Entrudo’yu tanıttılar. Fikir genel olarak herkesin sırılsıklam ıslanmasıydı. İnsanlar ellerinde su dolu kovalarla sokağa fırlayacak ve karşılarına çıkan herkesi olası kurban seçeceklerdi. Bu eğlence aktivitesine imparatorlar bile katılmıştı. 1855 yılında elindeki suyu I. Dom Pedro’nun korumalarına attığı için tutuklanan bir kadının kayıtları mevcut. Bir çok otorite Entrudo’yu kısıtlayamayınca kaşlarını çattılar ve sonunda bu eğlence faaliyeti yasaklandı.

Ze Pereira da Rio Karnavalı’nın tarihine ilişkin önemli bir katkıda bulunuyor. 19. yüzyılın ortalarında Jose Nogueira de Azevedo adında Portekizli bir ayakkabıcı varmış. Her karnaval pazartesinde Jose, düdük, tava, tamborin ve davul çalan arkadaşlarıyla birlikte sokakları gezermiş. Bu eğlenceye isteyen herkes katılabilirmiş. Bir diğeri de Grandes sociedades veya diğer adıyla Great societies, iyi organize edilmiş bir geçit törenini yönetiyorlardı, ilk kez 1855’te, kralın kendisinin de katılımıyla göz önüne çıktılar. Bu, 80 aristokrattan oluşan maskeli bir grubun çiçekler, müzik, lüks kostümlerle birlikte geçit töreni yapmasından oluşuyordu. Kesinlikle büyük bir kazanımdı. Tenentes do Diabo, Fenianos ve Democraticos, en önemli üç gruptu.

Rio Karnavalı’nın tarihinde ilginç ve eğlenceli başka bir faaliyet de Cordao Carnavalesco’dur. Bu olayın icadı 1870’te başladı. Dansçılar, köylüler, cadılar, krallar ve kraliçeler başlıca karakterlerdi ve giydikleri kıyafetlere göre gösteri yapıyorlardı. Ayrıca Cordoes de Velhos adında, katılımcıların büyük kağıttan maskeler giyip yaşlı adamlar yürüyüşüne katıldıkları başka bir faaliyet de var.

Rio Karnavalı’nın tarihindeki bu eğlenceli faaliyetler, insanların günlük yaşamlarındaki sıkıntıları ve acıları unutmalarına yardımcı oluyordu. Bu kültürler, değişen boyutlarda insan arzularını serbest bırakma üzerine kuruludur. Toplumlardan bazıları bunu bastırır, bazıları kontrol altında tutar ve bazıları da saf kutlama için bunu basitçe serbest bırakır. 3. gruptaki sınırsız ve katıksız kutlama yapanlara dahil olan Brezilyalılar, futbol, samba veya karnaval deyin; her zaman gülmeye hazırlıklıdırlar.



Kaynak: Rio Karnavalı’nın Tarihçesi

Yazar Hakkında:

12 Aralık 2012 Çarşamba



SARSICI BİR DELİLİK

Roman türüne yaptığı özgün katkılarla edebiyat tarihine adını yazdıran Virginia Woolf 25 Ocak 1882’de Londra’da doğdu ve aynı zamanda döneminin en önemli eleştirmenlerinden biri olarak kabul edildi. İlk depresyonunu annesi öldüğünde geçirdikten sonra defalarca depresyon sorunuyla baş etmeye çalıştı Babasından nefret ederek büyüyen Woolf’ un ileriki yıllardaki nefretini katı bir feminism kabuğu altında sakladığı söylendi. Virginia ilk el yazı dergisini 9 yaşında çıkarttı ve yalnızca bir iki sayısı günümüze kadar gelen bu dergi 1895’te yayın hayatına son verdi .

10 Agustos 1912 ‘de Leonard Woolf ile evlenen Virginia, Avrupa kıtasında Fransa İtalya ve İspanya‘da balayılarını geçirdi. Ancak Virginia onu sevmesine rağmen cinsellikten hoşlanmıyordu. Leonard Virginia’ nın ileri derecede ve büyük olasılıkla kalıtsal manik- depresif olduğunu bilmiyordu.

Evlendikten iki yıl sonra girmiş olduğu depresyon ise özel bir hasteneye yatırılmasına ve iki sene tedavi görmesine ve bu süreçte eşini görmeyi reddetmesine neden oldu. Kendi bedeninden tiksinen ve yediklerinin dışkıya dönüşeceğine inanan Virginia azgına lokma koymazdı. O dönemdeki doktorların psiko-analitik tedaviye başlayamaması Leonard’ın Virginia’ yı yaşayarak öğrenmek zorunda kalmasıyla devam etti. Çocuğu olmasını bir ara kafasıyla istedi; ama bedeni buna katlanamadı. 1914’te hastalığı süresince ona büyük bir özveri ile bakan yaşça büyük kadın arkadaşı Violet Dickinson ‘a aşık oldu. Romanlarında cinselliği ve cinsellikten kaynaklanan duyguları hiç ele almak istemedi.

İngilizce üzerindeki hakimiyeti sayesinde amacı toplumu mümkün olduğu kadar iyi şekilde yansıtmak idi. Kopmalar, sonu olmayan pek çok başlangıçlar, üzerinde düşünüp taşınmak üzere havada bırakılan anlar romanlarının can alıcı özellikleri haline gelecekti . Cümlelerinin her biri görsel bir etkiye sahipti. Doğrudan diolog genelde yoktu ve karakter pek çok bölümde bir araya gelirler .

Leonard Woolf ‘un Hogart Press adını verdiği basımevini kurması, salt karısını oyalamak, depresyon ve bunalımdan onu uzak tutmak amacıyla düşünülmüştü. Böylece canının istediğini yazan ve yayınlayan Woolf çok mutlu idi. Hem yazar hem de yayımcı olarak, yaptıgı işten çift taraflı kazanç sağlıyordu. Dönemin Bloomsbury grubunun ve önde gelen yazarlarının pek çoğunun kitaplarını yayımlamıştı.

1915 yılında “Dış Geziler” ve 1919’da geleneksel bir yapı içeren “Gece ve Gündüz” adlı romanlarını yazdı. 1918’de “ Kew Bahçeleri’ adlı kısa öyküsünü basıp ancak ciltlettiler ama, The Times’ın edebiyat ekinde çok olumlu eleştirinin etkisiyle 500 adetlik ikinci baskıyı yaptırmaları gerekti. 1919 yazında Sussex’de Rodwell köyünde 1707’de yapılmış olan ‘Monk’s House (Rahip Evi) adlı kır evine taşındılar ve onların daimi evi oldu. Virginia “Jacob’un Evi” olmak üzere pek çok eserini burada yazdı.

1920’de başlayıp 10 yıllık süre bir süre içinde “Deniz Fenerini” yazdı. Cornwell’de Talland House adındaki evlerinin manzarası Godrevy deniz fenerine hakim konumda idi. İşte romanın temelleri burada atılmıştı.

Son bölümlerini yazarken o kadar zihinsel gerilim yaşadı ki kurtulmak amacıyla iki roman daha yazdı. Bunlar ise “Kendine ait bir oda” ve “Orlando” idi. “Kendine ait bir oda” adlı romanda günümüze dek süren kadının düşük statüsü, eşitsizlik ve önyargıyı konu eder. Kitap özet olarak, “bir kadının kurmaca yazınla uğraşabilmesi için kendine ait bir odası olması” gerektiğini savunur. Bu kitap canlı, inandırıcı ve aklı başında ve eğlendirici idi . Orlando ise onun için tam bir tatil romanı oldu. Bu romanın diğer bir özelliği ise çift cinsiyetlilik konusu ele alması idi. Hafif ve fantezi yüklü bu roman skandal kokuyordu.

1922- 1924 arasında geçen 2 yılda “Mrs.Dalloway”i yazdı. Anlatım hızı ve rahatlığı nedeniyle en beğenilen romanlarından oldu. 1925’te yayımlanan “Mrs. Dalloway” ünlü yazarın adıyla birlikte anılacak “bilinç akışı” tekniğinin en başarılı örneğidir. 1931 yılında “Dalgalar” romanını bitirirken hafif olan depresyon krizleri 1936‘da “Yıllar” kitabını yazarken ürkütücü hale geldi. “Dalgalar” Virginia’nın şimdiye kadar yazdığı en tutkusal romandı. Tamamı ile yeni bir teknik deniyordu.

1933’te yayınlanan yüz sayfadan bile kısa olan “Flush” ise bir başyapıttır. Burada ise yazar güzel bir aşk öyküsünü Flush adlı bir köpek açısından anlatır. Ön kapak resmi ise, kendi spanyel cinsi köpeği Pinker köpeğidir.

1938 yılının ilk ayında “Roger Fry”ın biyografisini yazmaya başladı. 1910 yılından beri dostu olan Fry’ın biyografisini yazmak onun için sıkıcı ve bitmeyen bir iş olmuştu. Ancak üç hafta dolmadan kitap üçüncü baskıyı yaptı.

1940’da Britanya Savaşı başladığı ve Londra bombalandığı için Virginia için buhran başlamıştı. Fransa’nın yenilmesiyle neler olacağının farkında olan Virginia, İngiltere’nin ele geçirilmesi durumunda Leonard ile intihar etmeyi planlamıştı. 1941 yılında “Sahne Aralarında ”adlı temsili yazar. Ancak tekrar sesler duymaya başlamıştı ve karmakarışık zihni ondaki delilik belirtilerini arttırır .

Virginia Woolf, 28 Mart 1941’de içine düştüğü ruhsal bir bunalım sonrasında evlerinin yakınlarındaki bir nehre atlayarak intihar etti. Bedeni üç hafta sonra bulundu ve yakma işlemi yapıldıktan sonra Monk House ‘un bahçesine gömüldü. Ölümü sadece kocası, arkadaşları ve çağdaşları için değil, aynı zamanda genç nesil için sarsıcı bir şok olmuştur .



Kaynak: Sarsıcı bir delilik Virginia Woolf

Yazar Hakkında:

10 Aralık 2012 Pazartesi

Posted by ??????????? | File under : , , , , , ,

Bilinçaltının düşmanı

Cronenberg´in gerçekleri

1943 Kanada doğumlu David Cronenberg için ilk söylenen şey onun Roma´nın Caligula döneminden beri sosyal moral değerleri böylesine çökerten tek misal olduğudur. Öte yandan cesareti ve zekası sayesinde seçtiği ve sunduğu rahatsız ediciliği çöken değerlerle bütünleştirerek, kaybedilenlerin önemini vurgulamaktadır. Aslında Cronenberg´i anlamak için yine kendisini dinlemek gerekir. 1992´de BBC´deki konuşmasında şöyle diyor; "İnsanlar bana neden korku filmi yapıyorsun diye sorduklarında, hemen geriye Aristotle´a ve onun görünmeyen kalmış hislerini açığa vurma kuramına dönüyorum. Bu beni haklı çıkarıyor, en üst düzeyde 1 trajedi bu üstelik güldürü. Bana göre korku filmleri karşılaştırılıyor, filmler herşeyden kaçış değildir ama 1 korku filmi ille de gerekiyorsa yalnız hakikat yaşamla karşılaştırılabilir. Bu 1 tür düş yoludur ve güvenlidir. Biliyoruz ki, yaşamda birden karşılaştığımız şeyler vardır; işte ben onlardan ölümden, yaşlanmaktan ve ayrılıktan söz ediyorum. 1 korku filminde değişimsel 1 seviye bulunur. her filmlerimde bunu biliyor ve bedensel bi şekilde bilinçli olduğumu düşünüyorum. Çünkü bana göre beden insandaki korkuların kaynağıdır zira yaşlanan ve ölen bedenin ta kendisidir. Düşünce-beden ayrımı en büyük gizemdir; işte en büyük korku burada ve sanırım nihai karşılaştırmayı bu noktada yaşayacağız. 1 insanın düşüncelerinin çok güzel olduğunu görüyorsunuz fakat bedeni rahatsızlık veriyor, ardından değişim başlıyor, yaşlanma başlıyor, çürüme başlıyor; bütün ne olursa olsun bana göre en kötü ve korkunç korku bu. Ben epey uzaklardaki 1 değişimi istemiyorum, o vakit epey geç olacak."

Bir apartman dolusu manyak

Daha başlangıç döneminde dahi Cronenberg şok eder. İlk 2 filmi profesyonel değildir fakat festivallere kabul edilir. 1969´daki "Stereo" telepati birlikte ilgilidir, deneysel olayları film dilinde aktarır. 1970´deki "Crimes of the Future" ise kozmetik aracılığı birlikte öldürülen kadınların öyküsünü anlatır. Bu filmde Cronenberg´in beş yaşındaki Tania adlı ufak 1 kızı kullanması hoş karşılanmaz. ufak kızı vahşet ve şiddet dolu sahnelerde oynatmıştır. Daha sonraları kendisine "Zührevi Korku Kralı" adı verilmesinin temelleri buradadır. 1975´de ilk profesyonel filmini çeker; "Shivers". sinema 1 siyah mizahtır, 1 apartmanda yaşayan toplumun üst düzeyindeki insanları anlatır. Çılgın hekimler, ırzına geçilen genç sayrılar, asit saldırıları ve 1 doktorun yetiştirdiği 15 cm. boyundaki tembel yaratık. sinema bize dolunayda ortaya çıkan seksüel 1 kıyameti anlatır fakat yönetmen de çılgındır. Sonunda apartmanın Dante´nin "Cehennem" ine benzediğine karar veririz. Apartmandaki çılgınlar arabalarına doluşurlar, önce Kanada´ya sonraları dünyaya kötülüğü yaymak için yola çıkarlar. "Shivers" epey tartışılır, kimi eleştirmenlere göre türünün başarılı 1 örneğidir, kimilerine göre ise iğrençtir. Cronenberg ise hiçbirşeye aldırmaz

Kudurtan porno yıldızı ve kuluçkaya yatan canavarlar

1976´da ikinci filmi olan "Rabid" e başlar. Filmde başrolü oynayan Marilyn Chambers, dönemin en tanınmış hard-porno yıldızıdır. Filmde yepyeni 1 plastik cerrahi tekniğinin kurbanı olan kadını oynamaktadır. Efektler korkutucudur, koltukaltına penis şeklinde şırıngalarla enjeksiyonlar yapılır, Chambers insanlara bu şırıngayla saldırır ve sağ kalmak için kanlarını ister. Kurbanlar iğneyi yedikten sonraları kuduza eşdeğer 1 hastalığa yakalanırlar. Toplum çökmeye başlar, herkes manyaklaşır; filmin ana teması düşünsel bi şekilde öldürücü 1 kadının sekso etkilerle yarattığı değişim ve dönüşümdür. Bu noktada Cronenberg´in niçin 1 porno yıldızı olan Chambers´i seçtiği iyice anlaşılır. Yönetmen yarattığı şok iyice algılanmadan ve tartışmalar sürerken herşeyi boşverir ve 3 sene 1 köşeye çekilir ve 1979´da 2 sinema birden çeker; "Fast Company" ve "Brood". İkincisi önemlidir sebebi bütün 1 Cronenberg yapıtıdır. Başrolü yani 1 pop-psikoloğu Oliver Reed oynar. Filmdeki psikolog 1 kitap yazar, karısı ise zihinsel sorunları olan biridir ve buna ilave olarak 1 terapisti bulunur. Derken kocası, karısının terapistini ve yaptıklarını soruşturmaya başlar. Ve sonraları Cronenberg gösterisi başlar; kurtlaşan insanlar, boyunlarında deliklerle uyananlar, tuhaf 1 cinayet serisi, cüce 1 çocuk vs.. her bunlar psikoloğun araştırmasında toplanırlar ve adam 1 teori geliştirir. Ortada dolaşan tuhaf yaratıklar insanların bedenlerinde kuluçkaya yatmaktadırlar. Eski karısına gittiğinde onun vajinasında 1 yaratığı kuluçkaya yatırdığını görür. sonraları ise kan gövdeyi götürür. Cronenberg, bu dönüşümle bilinçaltında saklı canavarları en realist dille anlatır, korkusuzca vahşeti sergiler. Ona göre insan bilinci bunları yapabilmeye muktedirdir. Aslında sinema 1 vahşet filmi değildir yalnızca rahatsız edicidir. Sarkastiktir fakat eşdeğer zamanda düşünmek ve benzeşmelere yönelmek isteyenler için yararlı dahi mümkün.

Beyninizi patlatabilirim

Cronenberg, 1980´de "Scanners" ı çeker. Filmin açılışı bile şok yaratır. Finalde ikinci 1 şok bulunur. Grotesk 1 hikaye izlenir, korku filmi gibidir fakat bilim kurguya daha epey yakışır fakat aslında bütün 1 pşisik filmdir. Cronenberg´in bütün satirik ilgileri tamamen ortadadır. "Scanners" yani "Beyin Tarayıcılar" dan kurulu 1 ordu planlanmaktadır. Bunun için hamile 1 kadına hususi ilaçlar verilir, telepatik bebekler doğurtulacaktır. Filmin en çarpıcı sahnesi Michael Ironside´ın kardeşiyle yaptığı beyin düellosudur yani telepatik düellodur. Sonunda kardeşinin beyni olabilecek en kötü görüntüyle karpuz gibi patlar. Filmin sonundaki klasik dönüşüm sahnesi aynen 2 sene sonraya sıçrayacak ve Cronenberg´in başyapıtı "Videodrome" da epey daha gelişmiş bi şekilde ortaya çıkacaktır. "Videodrome" zamanının en pahalı filmidir. film teknolojisi açısından epey başarılı olmasına rağmen bu çeşit sinema meraklıları yani "cult" meraklıları tarafından dahi çok alaka görmez. Filmde, Max Reen (James Woods) adlı 1 kablo tv kanalının yöneticisi bulunur. Kanal özellikle seks ve şiddet programları yayınlamaktadır. Yardımcısı Harlan ise, diğer kanallardan çaldığı programları yayınlamakla meşgulken, tuhaf 1 tv kanalıyla karşılaşır. Kanalın adı "Videodrome" dur ve sadizm programları yayınlamaktadır. Bu arada Reen yepyeni kız arkadaşını o tuhaf kanalda görür. Tv´yi izledikçe vakit içinde ekranla bütünleşmeye başlayacaktır. Filmin ikinci yarısında, Reen cihazla birleşmeye başlar; plastik 1 fenomen başlar. Etle metal ve cam karışır ve süregelen halüsinasyonlar oluşur. Sonunda Reen 1 cihaza dönüşür üstelik içine kaset dahi sokulmaktadır. Cronenberg´in 1 dönüşümü daha sergilenir.

Bir tuhaf yönetmenin geleceği

Film öfkeli ve ahlakçıdır. Ve ardından sualler sorulur; Korku filmleri bazucu ve ayartıcı mıdırlar? ya da Sadizm´mi programlanmaktadır? Medyada yumuşak ya da sert tanımları geçerli mümkün mi? Televizyon 1 terapi yolu mudur? sinema bu soruları sosyal çizgide gündeme getirir. "Videodrome" 1 sosyal hicivdir fakat eşdeğer zamanda da aşağılayan 1 eleştiridir. Bu arada da "Scanners" da olduğu gibi, zihinsel güçlere göndermeler yaparak insanın pşisik yeteneklerinin sınırlarını soruşturur. Cronenberg bütün 2 filmde de geleneksel film sistemlerini kullanır. bütün filminde gittikçe artan mali meseleler yaşar. 1983´de Stephen King´in "The Dead Zone" adlı kitabını sinemaya aktarır. sinema bu defa tipik 1 Cronenberg filmi değildir. Zekice 1 adaptasyonla uygulanmıştır, epey uzun 1 komadan çıkan 1 öğretmeni Christopher Walken oynar. Bu süre içersinde öğretmenin telepati ve öngörü yetileri gelişmiştir. Filmde Cronenberg, böyle 1 insanın toplumla ilişki kurmasındaki zorlukları sergiler. şartlar ne olursa olsun, Cronenberg değişim ve dönüşüm saplantısından vazgeçmez. 1986´da Jeff Goldblum´un oynadığı "The Fly" ı çeker. Bu defa sineğe dönüşen 1 bilim adamının yaşadıklarını anlatır. 1991´de Borroughs´un "Naked Lunch" ını, 1993´de ise "M. Butterfly" ı çeker. "Naked Lunch" bütün Cronenberg filmlerinin 1 sentezidir. netice bi şekilde Cronenberg filmleri midesel tahammül aşıldığında, etin yani bedenin ve ruhun dönüşümü Yönetmen´in mesajını oluşturur. Cronenberg´in evreni manik ve kaçırıcıdır. Yaşamın yüzeyselliğinde gizli görünmeyen kalmış güdülerin bilinçaltı imajları Cronenberg´in galerisinde sergilenir. Bize, gerçekte kim olabileceğimizin ipuçlarını verir fakat işin en çarpıcı yanı Cronenberg realitesi birlikte hakikat dünyada genellikle karşılaşmamızdır.



Kaynak: David Cronenberg

Yazar Hakkında:

9 Aralık 2012 Pazar

Posted by ??????????? | File under : , , , ,
                  



Eğer gerçekten inanırsan o zaman herşey mümkün. Şimdi senin sıran!
Red Bull yıllardır insanları ve fikirlerini kanatlandırıyor. Şimdi uçma sırası sende. Eğer senin de mükemmel bir fikrin varsa, videonu yükle ve bunu @RedBullTR ile paylaş. Videoyu izleyenler tarafından oylansın ve jüri değerlendirmesiyle gerçeğe bir adım daha yaklaşsın. Hazır mısın? O zaman gel ve kanatlarını al.
Acele davran; bir adım ilerde olmak için videonu yüklemeyi unutma!
www.kalkispisti.redbull.com.tr/kalkispisti
Konuşmaya dahil olmak için tık: #kanatlandirir

Bir bumads advertorial içeriğidir.

Sanat, insan ruhunun gıdasır derler. Kimileri ise gerçek sanatın sadece müzik olduğunu düşünür. Hangisi doğrudur peki?

Sanat sadece müzikten ibaret değildir. Sadece müzikle ilgilenip -ki ilgilenmekten kastımda dinlemek- ben sanatla iç içeyim diyemezsiniz. Sanat tiyatrodur, sanat resimdir, sanat sinemadır...

Peki, sanatla ilgili olmayan bir kişinin hayatında ne tür eksiklikler var dersiniz? Bir kere vizyonu yoktur. Sanat insana farklı bakış açıları kazandırır. Sanatla alakalı olmayan ne kadar farklı düşünebilir ki?

Sanatın insanı özgür kıldığını düşünüyorum. İnsana farklılıklar sunan ve farklı yapan sanat, insanın nasıl özgür düşünebileceğini ve özgür davranabileceğini de gösterir.

Peki, sanat kim içindir? Sanat halk içindir bana göre. "Sanat sanat içindir" diyemeyeceğim ben. Bence herşey insan içindir. Tıpkı sanat gibi.

Geçmiş dönemdeki şairlere, halk ozanlarına baktığımız zaman Anadolu insanının özlemlerini , umutlarını ve serzenişlerini yansıtmaya gayret ettiklerini görebiliriz. Anadolu insanının yüzyıllardan beri bir arada yaşamasından kaynaklanan, Türk toplumunun ortak beklentilerini, endişelerini, korkularını ve gelecek beklentisi gibi olgularını dile getirdiğini, yapıtlarında düşünsel olarak etkileyici bir anlayışı benimsediğini anlayabiliyoruz.

Bence sanat halk içindir. Ben yazdığım şiirleri ya da yazıları çoğu zaman birine ya da birilerine adadım. Bunları açıkça ifade etmesem de onlar için yazdım onlar için okudum. Sanatın ilham kaynağı bence dışarısı, yani sanatın dışındakilerdir. Yani kimse bir resme bakarak resim çizmez gibime geliyor. Bir doğa olayından etkilenir ne bileyim bir güzelden, bir olaydan etkilenir de çizer, yazar. Eğer birinden etkileniyorsam şayet onun için yaptığımı ona adarım...

Yapılanlar birilerine bişeyleri doğrudan veya dolaylı olarak anlatmaya çalışmıyorsa zaten sanat değildir. Şu sözler insanlara ne anlatıyor olabilir mesela? Al herşeyini yanına/yüreğine/Benden ne ateş olur ne soba/Söz veremem yarına/Bana senden ne köy olur ne de kasaba…./ Şimdi geçen gün herkesin duymadığı ya da duymazdan geldiği bi dergiden okuduğum, bu yazıyı yazmama neden olan mukayeseleri aktarmak istiyorum sizlere:

“Ömrüm seni sevmekle nihayet bulacaktır,

yalnız senin aşkın ile ruhum solacaktır.

Son darbe-i kalbim yine ismin olacaktır,

yalnız senin aşkın ile ruhum solacaktır.”

-Yesari Asım Arsoy-

***

Ne üzülür ne sıkılır

Sadece birazcık düşünür

Hemen yeni bir aşık bulunur

Yerin çok çabuk doldurulur

Sevgilimi koluma takarım

Bebekte üç beş tur atarım

Olmadı bi de sinema yaparım

Gördüğün gibi çok unutkanım

-Demet Akalın-

___________________________________

Hatırla ey peri o mesud geceyi

çamların altında verdiğin buseyi

beni mecnun ettin sen de olasın

aşkımı inkâr edersen Allah’tan bulasın.

Bana sen öğrettin aşkı sevdayı

ne çabuk unuttun beni, hercai

beni mecnun ettin sen de olasın

aşkımı inkâr edersen Allah’tan bulasın.

-Muhlis Sabahattin Ezgi-

***

Benim için hep sen vardın

bunu hep senden duyardım

iki gözüm kör olsun

of nasıl sana inandım!

Allah belanı versin

Allah seni kahretsin

bana gelen sana gelsin yar

hayatımı sen mahvettin

acımadın neler çektim

kader seni de kör etsin!

-İsmail YK-

Eğer hala sanat sanat içindir diye düşünüyorsanız İsmail YK ya da Megastar AJDAR’ı dinlemeye devam edebilirsiniz.

Sanat sanat içindir anlayışı Servet-i fünun döneminin belirlediği sanat anlayışıdır. Bence sanat; “SANATTAN ANLAYAN HALK İÇİNDİR.”



Kaynak: Sanat, Taklidin Bittiği Yerde Başlar...

Yazar Hakkında:
www.alidenizcelik.com
Posted by ??????????? | File under : , , , , , ,

Şu ölümlü dünyada ki iyiki ölümlü dünya!..Zaten ölümsüz olmayı başaracak kadar zeki ve yetenekli insanlar bunu başarıyor; bıraktıkları eserleriyle.Bedenleri toprak olsa bile,insanlık var olduğu sürece onlar hep var olacak,yaşayacak insanlar.Tanrı nın "özel" insanları olduğu kesin bu insanların.

Yaşamını devam ettirebilmesi içinde her insanın mutlaka yapacağı ve yaptığı işler var bu dünyada.Çoğunluğu sadece yaşamını devam ettirebilmek için çalışır.Diğer azınlık bir kısmıda dahilerden geriye kalan kırıntılardan kendi paylarına düşenleri alma çabası içindedirler.

Gerek var olmuş eserlerin kırıntılarından faydanmış insanlar olsun,gerekse kendi çapında bişeyler üretmeye çalışan insanların yaşamlarında var olma mücadelesi neden bir savaşa dönüşüyor? Zaten buradaki amaç bellidir ve "sanatçı"nın çapı da. Kendi çapında var olma çabası ve ekmek kavgası. Yaptıkları eserlerle isim yapmış ve iyi para kazanmış insanlar ki ne kadar çok zorluk çekmiş olmalı ki,aynı zorlukları kendileri gibi var olma savaşı verenlere çıkartıyorlar.

Kendileri artık okadar "mühim" insan olmuştur ki,sende kim oluyorsunda onlarla konuşabiliyorsun.Önce onların seviyesine gel.İyide senin zorluklarını neden ben çekmek zorundayım.? neden sen bana yardımcı olamıyorsun? sen neden benim var olma savaşımda karnımın doymasına destek olamıyorsun,insanlık adına. Sen zaten ölümsüz olmayı başarmışsan ne büyük mucize olmuşsun. Değilsen şu 3 günlük ölümlü dünyada paylaşım içinde olsak,daha mutlu,huzurlu ve tok bir dünya olmaz mı?

Kültür-sanat toplumların gelişimine,ilerlemesine katkı değilmidir? ve sanatçı sıfatını alabilmiş insanlar toplumların önderleri değil midir? Bunlar başarılamıyorsa bu sıfatları haketmiş mi oluyor sunuz?

Resim yapıyorum ve çok seviyorum resim yapmasını. Bu alanda var olma savaşı veriyorum.

Her alanda olduğu gibi bizim işimizde de büyüklerimzden destek ve yardım bekliyoruz.Çektikleri zorluklarının tamamını bizlerin çekmesi için neden göremiyorum.

Umarım ve dilerim sistem değişir,3 günlük dünyada daha paylaşımcı,daha tok insanların olduğu bir dünya için hepimiz elimizden geleni yaparız.

Büyüklerimin bilgilenmeliri için web sitemin adresinide veriyorum.

sevgiler

web sitem

http://resimseverleremerhaba.blogspot.com/

Kaynak: Var olmak neden bu kadar zor?

Yazar Hakkında:
web sitemin adresi.

http://resimseverleremerhaba.blogspot.com/
Posted by ??????????? | File under : , , , , , , , , , , ,

Attığı gollerle Kayseri Erciyes'i sırtında taşıyan Gerard Gohou'nun büyük takımlar tarafından izlendiği söylentileri çıkmaya başladı.Beşiktaş'a ufak bir maliyetle kazandırılmasını istediğim bir oyuncu.Bir diğer aday da Adanasporlu Mbilla.Maliyetleri uçuk olmayacaksa iksi de denenebilir gibi gözüküyor.Umarım kulüp yöneticileri değerlendirmeye alır.

GERARD GOHOU


MBİLLA ETAME


Posted by ??????????? | File under : , , , , ,

Bugünlerde internetle ilgili herkesin gündeminde blogger'a konulan mahkeme kararıyla erişim yasağı.

Geçtiğimiz yıl wordpress.com bu sene önce youtube ve şimdide blogger yasakların ardı arkası kesilmiyor.

İnternet dünyasının içinde bulunan herkes yasakları kendince yorumlamakta kimileri yasaları, kimileri site yöneticileri, kimileri ise kullanıcıları suçlamaktadır.

Ülkemizde henüz tam anlamıyla internet yayıncılığını düzenleyen geniş kapsamlı bir yasa olmayışıda olayları iyice içinden çıkılmaz hale getirmektedir.

İnternet sitelerine erişim yasağı koymak bir çözüm olmayacağı gibi, internette açıkça yasalara aykırı eylemlerde bulunanların yayınlarına izin vermekte imkansız bulunmaktadır. Bu nedenle internet yayıncılığı düzenleyen, sap ile samanı ayırt eden, herkesi değil sadece suçluyu cezalandıran bir internet yayıncılığı yasasına acilen ihtiyaç bulunmaktadır.

Yaklaşık 10 senedir ülkemizde aktif olarak işleyen internet yayıncılığının bu kadar uzun bir süre geçmesine rağmen hala yasa ile tam olarak düzenlememiş olması sorunların en büyük nedenidir.

Devlet kadrolarında bu konuda uzman kişiler olmasa dahi yasa düzenleme aşamasında ülkemizde intenet yayıncılığı konusunda uzman kişilerden ve uluslararası alandaki internet yasalarından faydalanılarak güncel bir internet yayıncılığı yasası oluşturulabileceği kanaatindeyim. Ayrıca bu yasada olması gereken en önemli unsurunda sitelerin değil kişilerin cezalandırılması olacağı kanaatindeyim. Yasaya aykırı yayın yapan bir şahsın sitesini kapattığınızda 2 gün sonra farklı bir siteyle eylemine yine devam edebilmekte ve bu şekilde uygulanan cezanın hiçbir anlamı kalmamaktadır, ancak kişilerin cezalandırılacağı sistemde yasa dışı yayın yapan site sahibi hapis yada para cezasına maruz kaldığında aynı eylemi tekrarlama ihtimali oldukça düşecek yada tamamen ortadan kalkacaktır.

Tüm detaylarıyla düşünülüp incelenerek hazırlanmış bir internet yayıncılığı yasası ile yasaksız hür bir internet ortamına en kısa sürede kavuşmak dileğiyle.......



Kaynak: İnternet Yasakları

Yazar Hakkında:


Büyük Lebowski 1998 ABD İngiltere ortak yapımı suç komedi filmidir. Özgün adı The Big Lebowski dir. Filmin yönetmeni ve yapımcısı olan Coen Kardeşler aynı zamanda senaryoyu yazıp filmin kurgusunu da yapmışlardır.

Önemli rollerinde Jeff Bridges, John Goodman, Julianne Moore, Steve Buscemi, John Turturro, Philip Seymour Hoffman ve David Huddleston'un oynadıkları bu kara film parodisinin görüntüleri Roger Deakins'e aittir.

Filmin özgün müziğini ise uzun süredir Coen kardeşlerle birlikte çalışan Carter Burwell yapmıştır.

Her şey Los Angeles'lı işsiz güçsüz, kaygısız ve miskin, bowling hastası "The Dude" (züppe) lakaplı Jeffrey Lebowski'nin, kendisiyle aynı adı taşıyan bir milyonerle karıştırılmasıyla başlar. Tekerlekli sandalyeye mahkum milyonerin genç karısı kötü adamlara borçlanmış ve borcunu ödememiştir.

Dude Lebowski'nin evine gelen iki ganster onu tartaklayıp çok kıymetli halısına çiş yapınca o da halısının parasını istemek için soluğu adaşının malikanesinde alır ve hiç ummadığı bir maceranın içine girmiş olur. Klasik hikaye anlatma tekniğinden uzak olan film, bir dizi acayip skeçin bir araya getirilmesiyle oluşmuş gibi duruyor. 15 milyon dolara malolan film 17 milyon dolar hasılat yaparak gişede pek başarılı olamadı (Belki de Fargo gibi bir filmden sonra çekildiği için), ancak eleştirmenlerden olumlu notlar aldı. Eksantrik karakterleri (özellikle de filmin anti-kahramanı Jeffrey "Dude" Lebowski), alışılmadık laubali diyalogları, gerçeküstü tarzda çekilmiş rüya sahneleri ve seçme müziği ile kısa sürede kült klasikler arasına girdi, hatta "İnternet çağının ilk kült filmi" olarak anılmaya başlandı.

Daha da ileri giden filmin fanatik müritleri 2002'den itibaren bir "Lebowski Festivali" düzenlemeye bile başladılar. Bu absürd komedi Coen Kardeşlerin 1940'ların kara filmlerine bir selam duruşudur (bunu diğer bazı filmlerinde de yapacaklardır), filmdeki karakterler bu kara filmlerdeki karakterlerin birer karikatürü gibidirler, özellikle de Jeff Bridges bir Raymond Chandler karakteri olan Philip Marlowe'ın uyuşturucu almışı gibi durmaktadır. Film de konusu ve adıyla bir bakıma Raymond Chandler'in romanından uyarlanmış Howard Hawks filmi'nun (1946) bir parodisi gibidir, o filmde Philip Marlowe'u Humphrey Bogart canlandırıyordu. Büyük Lebowski, ilk gösteriminin yapıldığı Berlin Uluslararası Film Festivali'nde Altın Ayı ödülüne aday gösterilmişti. Tek ödülünü ise Rusya'da film eleştirmenleri derneğinden aldı.

Kaynak: Büyük Lebowski

Yazar Hakkında:
Bu makale çeşitli kaynaklardan derlenerek toplanmıştır.

Posted by ??????????? | File under : , , , , , , , , , , , , , ,

OpenID is a shared identity service, which allows İnternet users to log on to many different web sites using a single digital identity, eliminating the need for a different user name and password for each site.

OpenID is a decentralized, free and open standard that lets users control the amount of personal information they provide.

Using OpenID-enabled sites, web users do not need to remember traditional items of identity such as username and password.

Instead, they only need to be registered with any OpenID "identity provider" (IdP). Since OpenID is decentralized, any website can use OpenID as a way for users to sign in; OpenID does not require a centralized authority to confirm a user's digital identity. OpenID is increasingly gaining adoption among large sites, with organizations like AOL, BBC, Google, IBM, Microsoft, Orange, VeriSign, Yandex and Yahoo! acting as providers.

In addition, integrated OpenID support has been made a high priority in Firefox 3 and OpenID can be used with Windows CardSpace.

Kaynak: OpenID açık kimlik oturumu

Yazar Hakkında:
Bu makale çeşitli kaynaklardan derlenerek toplanmıştır.

Paylaşım sitelerinin son halkası olarak buyuk dikkat ceken pinterest.com nedir, ne ise yarar, kisa surede popülerliğini nasıl arttirdi gibi soruları cevaplayan kısa bir tanıtım makale sayfasındasınız.

Kaliforniya`da küçük bir grubun startup`ı olarak baslayan Pinterest`in temel mantalitesi diger gözde idolleri gibi paylaşımdan ve kullanıcının gücünden geçiyor. Popülaritesini ve modern yapısını aslında tamamen kullanıcılarının yaptığı görsel ağırlıklı paylaşımlara borçlu. 2011 yılının en cok ziyaret edilen ve en büyük çıkışı gercekleştiren siteler arasına girmeyi başaran Pinterest, sloganındaki gibi(pinterest is a place to catalog the things you love) kullanıcıların webteki görsel begeni katalogu haline gelmiş durumda. Aslında bu ayak sesleri biraz da paylaşımların aykırılıgından ve ilgi cekiciliginden geliyor ve ziyaretcilerin begenisini kazanmayı başarıyor.

Görselleri gezmenin dısında, davet isteginde bulunup uyeligi tamamladıktan sonra kendi sanal tahtanızı oluşturduktan sonra kendi cektiginiz görselleri ve begendiginiz paylaşımları tahtanızda sergileyerek sıradışı bir profil sayfası oluşturabilirsiniz.

Yakın zamanda tumblr ve instagram kadar popüler hale geleceği konusulan Pinterest hakkındaki diger bir ilginc detay ise kullanıcılarının 2/3 unu bayanların oluşturuyor olması. Son olarak Pinterest`de gezerken yan tarafta çıkan benzer ogeler bolumu, siteden çıkmanızı engelliyor ve sizi siteye daha da bağımlı hale getiriyor.



Kaynak: Pinterest nedir

Yazar Hakkında:
Posted by ??????????? | File under : , , , , ,

Sanatçı nın ülkemiz de en büyük şikayetlerinden biride korsan. Emeklerinin birileri tarafından hep gaspedildiğinden şikayetçiler. Korsan: Orjinal sanat eserinin sahte kopyasının yapılıp ticari olarak para kazanılması. Emek hırsızlığı bir bakıma. Böyle bakınca emekçiler,sanatçılar yerden göğe kadar haklı. Emeklerinin karşılığını hakettikleri gibi almak istemeleri en doğal istekleri. Bildiğim kadarıyla gelişmiş ülkelerin bizim ki kadar emek hırsızları yok. Yani işin çözümüde,özü de gelişmişlikle orantılı oluyor. Ülkemiz ne kadar bugün için gelişmiş ülkeler seviyesinde? Şikayetçi , sadece ülkemizde sanatçılar mı? Diğer mesleklerdeki emekçiler şikayetçi değil mi? Dr.lar ne kadar memnun bu az gelişmiş ülkeden? 10 yıl okuyup da kazanılan para ne kadar? 10 yılllık emeğin karşılığı mıdır aldıkları para devletten? Ya diğer emekçiler? Hakimler, savcılar, avukatlar, mühendisler, öğretmenler,...? Çok mu memnunlar bu ülkenin gelişmişliğinden? Emeklerinin karşılığını alabiliyorlar mı?

Demek ki sorun her meslek,iş kolunda aynı. Yani ülkenin gelişmişiği,zenginliği ile orantılı her şey.. Bu da devletin sosyal devlet olmasıyla ilgili. Öyleyse burada elele verip devletin sosyal devlet olması,gelişmiş ülkeler seviyesinde bir ülke olmak için çalışmalıyız. Bence işe böyle başlamalıyız. Ağlamak,şikayet etmek en kolay olanı. Çözüm yolunda hep beraber birleşmek;zenginliği de,gelişmişiliği de paylaşmalıyız.

Halka korsan almayın,emeğimizi bu hırsızlar çalıyor demek traji-komik bir söylev oluyor maalesef. Devlet nerede diye sormaz mı insan hiç. Bu iş en önce hukuki mesele. Bir hırsızlık varsa,adli mercilere şikayet edilmelidr,halka değil.

Sanatçı-aydın ;toplumun en önünde giden insandır. Toplumun rehberi,öğretmeni,yol göstericisidr. Öyleyse ben diyorum ki; Tüm sanatçılar,aydınlar,meslek grupları aynı amaç için birleşip emek hırsızlarına karşı bir güç oluşturun. Bakın halkıda arkanızda nasıl bulacaksınız ozaman. Siz bir birleşin çözüm yolunda,halk inanın arkanızdan gelir. Cılız bir sesle bir kaç kişinin basın yoluyla komik bir şekilde korsana hayır demesinin de manası yok.

Deveye sormuşlar, boynun neden eğri diye? o da nerem doğru ki demiş!... İşte ülkemizin bugünkü durumu da böyle...Neresi doğru ki, sanat camiası doğru olsun..

Sevgiler

Zeynep Şennur Sarıbaş



Kaynak: Korsan Üstüne

Yazar Hakkında:
web sitem

http://zeynepsennur.blogcu.com
Zeynep Şennur Sarıbaş

8 Aralık 2012 Cumartesi

Posted by ??????????? | File under : , , , , , , ,

Beşiktaş - Eskişehirspor 2-2

Goller : Hugo Almeida,Philip Holosko,Necati Ateş,Nuhiu



Hizli kilo verirken altinci ayda ve birinci yilda boy, agirlik, vucut kitle indeksi, bel cevresi olculmeli ve ne kadar zayiflandigi takip edilmelidir. Ilac alanlarin daha siki takip edilmesi gerekebilir. Diyet yapan kisinin, alti ay-1 yil icinde agirliginin %10’nunu kaybetmesi, zayiflama programinin iyi gittiginin bir isaretidir. O zaman bu kiloyu muhafaza etme asamasina girilir. Risk faktorleri devam ediyorsa yogun kilo verme programina devam etmelidir.

Kilo verme cabasi basarisizlikla sonuclanmissa, bunun nedenlerini degerlendirmek gerekir. Kilo verememenin nedenleri genellikle sunlardir:

• Fazla yemeye devam etmek

• Hareketi yeterince artirmamak, devamli oturmak

• Psikolojik olaylarin araya girmesi

• Ailede diger kisilerin yardimci olmamasi ve sosyal baskilar

• Depresyon, tikinircasina yeme nobetleri (yeme davranis bozukluklari)

• Tiroid hormon yetmezligi veya baska hormon bozuklugu olmasi

• Yumurtalarda kist olmasi (Polikistik over hastaligi)

• Kanda insulin hormonunun yuksekligi ve aclik ataklarinin devami

• Erkeklerde kanda erkeklik hormonu testosteronun azligi

• Kanda kalsiyum, selenyum ve magnezyum azligi

• Ogunleri atlamak

• Yemekleri zamaninda yememek

• Az su icmek

• Alkol kullanmaya devam etmek

Yukarida belirtilen durumlardan birisi sizde varsa ona yonelik girisimde bulunmak gerekir. Fazla yemek yiyorsaniz zayiflayamazsiniz. Az yediginiz halde hic hareket etmiyorsaniz yine problem var demektir. Hareket etmeden zayiflamak mumkun degildir. Psikolojik problemleriniz ve asiri stres varsa basarisiz olma olasiligi yuksektir. Bir psikolog veya psikiyatristten yardim almak ve gevseme tekniklerini ogrenmek size yardimci olabilir. Geceleri uyaniyor ve dogru buzdolabina gidip atistirmalarda bulunuyorsaniz kaninizda insulin hormonunda yukseklik olma olasiligi vardir. Bunun icin uygun ilaclar almaniz ve diyetinizi ayarlamaniz gerekir. Bu amacla bir endokrinoloji uzmanina gitmeniz gerekebilir.

Siklikla karsilasilan bir durum ise, belirli bir kilo verdikten sonra, daha fazla kilo verememektir. Bunun nedeni vucudun kendini koruma mekanizmasidir. Bu koruma mekanizmalarindan biri, kalori azalinca tiroid hormonu olan T4’un T3’e donusumunu saglayan 5’ deiyodinaz enziminin calismasinda bir yavaslama olmasidir. T4 hormonundan T3 hormonu az olustugu icin, metabolizma biraz yavaslar ve bu durum da kilo vermeyi onler. Kilo veren kisilerin kanlarindaki T3 isimli tiroid hormonunun azalmasinin bir baska nedeni de, insulin direncinin duzelmemesidir. Insulin hormonunun kanda yuksek olmasi ve hucrelere kan sekerini sokamamasi nedeniyle ortaya cikan duruma insulin direnci adi verilir. Insulin direnci yuksek olan kisilerde, kan sekeri dusuklugu (hipoglisemi) ataklari olusur. Bu durum insani sekerli seyler yemeye yoneltigi icin zayiflamak mumkun olmaz. Uygun diyete ragmen aclik ataklari devam eden kisilerde doktorunuz gerek gorurse insulin direncini azaltan acarboz veya metformin gibi ilaclar bu konuda faydali olabilir. Kilo vermeyi engelleyen bir diger hormon, midemizden salgilanan ghrelin isimli hormondur. Kilo vermeye basladikca kanimizda ghrelin hormonu artmaya baslar ve bizi yemek yemeye yonlendirir. Beyinden salgilanan oreksin isimli hormon da yemek yemeyi artirmaktadir. Leptin isimli hormondaki degisiklikler de kilo vermeyi onlemektedir. Yag kaybettikce veya kilo verdikce, kanimizdaki leptin hormonu duser. Dusuk leptin duzeyleri bu defa beyini uyararak yemek yemeyi artirir. Gordugunuz uzere vucudumuz salgiladigi hormonlarla, devamli kilo vermeye karsi direnc gosterir.

Belirli miktarda kilo verildikten sonra, vucut yeni duruma karsi bir denge saglamaya calisir ve kilo kaybi azalir, bazen durur. Bu kisiler umitsizlige kapilmamali, saglikli beslenme ve egzersize devam etmeli hatta egzersizi biraz daha artirmalidirlar.

Stres ve depresyon kilo vermeyi engeller. Bu hastalarin bir kisminda tikanircasina yeme krizleri ve gece atistirmalari fazla gorulur. Beynimizin hipotalamus bolgesinden salgilanan kortikotropin hormonu (CRH) ve bobrek ustu bezinden salgilanan kortizol isimli hormonun stresli kisilerde iyi calismadigi saptanmistir. Bu hormonlarin bozuklugu ise istahi artirmakta ve kilo alinmasina neden olmaktadir. Stresli kisilerde artan kortizol hormonu ‘’Konfor Saglayici Gidalar’’ denilen yuksek yagli ve sekerli gidalar yenmesine neden olmaktadir. Stres ve depresyon yeme bozuklugu olan kisilerde siklikla birlikte bulunur. Konfor gidalarini yani yagli ve sekerli gidalar yenince beyindeki stres hormonu CRH azalmakta ve kisiler rahatlamaktadir. Bu kisilerin kanlarinda kortizol ve ACTH hormonu biraz fazladir. Kilo alan, fazla yiyen ve depresyonda iken fazla uyuyan kisilerde stres hormonu bozuklugu mevcut demektir. CRH’yi azaltmak icin kisa zaman icin bu gidalari yemek stresi giderir, ancak uzun devam etmesi halinde kilo alimi olmaktadir.

Stresi azatlamak icin sunlar yapilabilir:

1-Egzersiz yapiniz. Egzersiz stresi giderdigi gibi zayiflamaniza da faydali olur.

2-Kahvalti mutlaka yapiniz ve ogun atlamadan az yemeye calisiniz.

3-Iyi uyku uyuyunuz ve dinlenmek icin kendinize zaman ayiriniz.

4-Isinizden arta kalan zamanlarda baska islerle mesgul olmaya calisiniz.

5-Kahve, sigara ve alkolu azaltin

6-B kompleks ve C vitamin destegi aliniz.

1. GI Diyeti, Dr. Metin Ozata, Erko yayincilik,2007

2. http://www.zayiflama.webs.com

3. http://www.endokrinoloji.org



Kaynak: Zayıflayamama Nedenleri

Yazar Hakkında:
Prof Dr Metin Ozata 2003 yilinda profesor oldu. Endokrin Tiroid ve Zayiflama uzmanidir. ABD'de Chicago Universitesinde ve Almanya'da Wiesbaden 'de Calisti. 16 bilim odulu var. 9 kitabi ve yurtdisinda yayinlanmis 95 makalesi vardir. ingilizce ve almanca bilir.
Posted by ??????????? | File under : , , , ,

Mükemmel Sayı,Kendisi Hariç Çarpanlarının Toplamı Kendisini Veren Sayıdır.Bilinen Bütün Mükemmel Sayılar, Çift Sayıdır (6,28,496,8128, Gibi… ).Acaba Mükemmel Tek Sayı Var mıdır.? Varsa, Saklandığı Yerden Bulup Çıkartınız. Yoksa,Olmadığını İspatlayınız. Çözüm :

Mükemmel Çift Sayılar,2ⁿ.( 2ⁿ⁺¹ - 1 ) Kuralına Göre Yazılabilirler.

n = 1 için n = 2 için n = 4 için 2 . 3 = 6,2² . 7 = 28,2⁴.31=496 Gibi

Dikkat Edilirse,2ⁿ→ Çift Sayıdır Ve ( 2ⁿ⁺¹ - 1 )İse Tek,Sayıdır.Çarpımı da Çift Sayı Olur. Mükemmel Tek Sayı Var İse çarpanları Tek Sayı Olmalıdır ki Tek Sayıyı Versin.Yani, X = ( 2k + 1 )ⁿ.[A] Şeklinde Yazabiliriz.X: Mükemmel Tek Sayı Kabul Edelim.

[A]: Tek Ve Asal Sayı Olsun.(2k+1): Tek Ve Asal Sayı Olsun.

Burada X Tek Sayı Olduğu İçin Asal Çarpanlarına Ayrıldığında Asal Çarpanları da Tek Sayıdır.(2k+1)˚+(2k+1)¹+(2k+1)²+…+(2k+1)ⁿ+A+A.(2k+1)¹+A.(2k+1)²+…+ A.(2k+1)ⁿ¯¹ =(2k+1)ⁿ.A = X Şeklinde Yazılabilir. Buradan Hareketle,∑ _(p=o)^n(2k+1)ᴾ+A .∑ _(p=o)^(n-1)(2k+1)ᴾ=(2k+1)ⁿ.A →((2k+1) ⁿ^(+1)-1)/(( 2 k+1 )- 1) +A . (( 2 k+1 )ⁿ-1)/(( 2 k+1 )- 1) =( 2 k+1 )ⁿ.A→((2 k+1)ⁿ^(+1)-1)/(2k)+A.((2k+1)ⁿ-1)/(2k)=(2k+1)ⁿ.A

→((2 k+1 )ⁿ^(+1)-1+A.[(2k+1)ⁿ-1])/(2 k)=(2k+1)ⁿ.A →(2k+1)ⁿ⁺¹-1+A.(2k+1)ⁿ-A=(2k).(2k+1)ⁿ.A→(2k+1)ⁿ⁺¹ -1=A.(2k).(2k+1)ⁿ- A.(2k+1)ⁿ +A

→A.[(2k).(2k+1)ⁿ-(2k+1)ⁿ+1]=(2k+1)ⁿ⁺¹-1→A.[(2k+1)ⁿ .( 2 k -1 ) + 1 ] = ( 2 k + 1 ) ⁿ⁺¹ -1 →A=((2 k+1 )ⁿ^(+1)-1)/((2k+1)ⁿ .(2 k-1 )+ 1)

İfadesi Elde Edilir. Burada A, Tek Ve Aynı Zamanda Asal Sayı Olmalıdır.

k=1 için ve n=1 için →A=((2k+1)ⁿ^(+1)- 1)/(( 2 k+1 )ⁿ.(2k-1)+1)

→A=(3ⁿ^(+1)-1)/(3ⁿ+1)=(3²-1)/(3+1)= 8/4=2 2 Asal Sayıdır,Fakat Çift Sayı Olduğundan Çarpım Tek Sayı Çıkmaz. Yani 2.3=6 Sonucu Çıkar.A=3 Olsun(k=1 İçin)3=(3ⁿ^(+1)-1)/(3ⁿ+1)→3.3ⁿ+3=3ⁿ^(+1)-1 →3ⁿ^(+1)+3

=3ⁿ^(+1)- 1 →3 ≠-1 Sağlamadı. A=3 Ve k=2 Olsun 3=(5ⁿ^(+1)-1 )/(5 ⁿ.3+1)→9.5ⁿ+3=5.5ⁿ-1 →4.5ⁿ =-4→5ⁿ = -1(Bu Eşitliği Sağlayacak “n“ Tam Sayısı Yoktur.)Aynı Şekilde İşlemlere Devam Edilirse, Bu Eşitliği Sağlayacak A, Tek Ve Asal Sayı Olacak Şekilde(k) Ve (n) Tam Sayıları Yoktur.Sonuç Olarak, Mükemmel Tek Sayı Yoktur.



Kaynak: Mükemmel Tek Sayılar

Yazar Hakkında:
Necati Demiroğlu
Elektrik-Elektronik Mühendisi

2 Aralık 2012 Pazar

Posted by ??????????? | File under : , , , , , , , ,

Antik Yunan teknolojisi, 1000 yıllık bir süreç boyunca pek çok işlemin insan eliyle yapılmış araçlar ve süregelen yöntemlerle yapılmasına verilen genel addır.

Antik Romalılar döneminde, hatta Yunan dünyasının büyük bölümünün egemenlik altına alındığı zamanlarda bile bu buluşların temeli alınarak geliştirilmiş, çoğu bugüne dek ulaşan araçların, modern makinaların temelleri atılmıştır.

Antik Yunan teknolojisi hem batı dünyası üzerinde, hem de İslam uygarlığı üzerinde büyük etkiler bırakmış kendisi de aynı şekilde bu uygarlıklardan büyük ölçüde etkilenmiştir.

Vinç sistemi, vida, dişliler, el arabası, katapult, parşömen, duş, dalgakıran vb. en bilinen Yunan buluşları arasında yer alır. Antik Yunan teknolojisi gelişim bakımından üç ayrı bölümde incelenebilir.

Atina şehir devletinin doğuşu ve bunun öncesindeki Klasik çağ, Büyük İskender'in doğuda yaptığı büyük toprak kazanımlarıyla başlayan kültürel etkileşimin neden olduğu Hellenistik dönem teknolojisi ve Roma Cumhuriyeti'nin doğmaya başladığı dönemde batıyla yalanan büyük külütürel etikelişimin olduğu dönem.

Kaynak: Antik Yunanistan'da teknoloji

Yazar Hakkında:
Bu makale çeşitli kaynaklardan derlenerek toplanmıştır.
Posted by ??????????? | File under : , , , , ,

Anti-Kahraman edebiyat ve sinema başta olmak üzere günümüzün popüler kültüründe idealleri, amaçları ve kişiliği alışılageldik kahramanların tam zıttı olan başkarakterleri tanımlamada kullanılır.

Olumsuz nitelikleri olan baş kahraman şeklinde de tarif edilebilir. Anti-kahraman kelimesi edebiyat ve sinema alanında 20.yüzyılın sonunda kullanılmaya başlanmıştır. Daha önceleri bu deyim sözlüklerde bile geçmiyordu.

Örneğin Merriam-Webster'in 1940 baskısında yer almamıştır. Anti-kahraman "kötü adam" dan farklıdır. Anti-kahraman gaddarlık, acımasızlık, alaycılık, bencillik, bağnazlık, kötümserlik ve toplum değerlerini küçümseme gibi kötü karakterlerin vasıf ve özelliklerini barındırırken klasik bir kahramanın dürtüleri ile hareket eder.

Klasik kahramanlar gibi verilen görevleri başarı ile yerine getirirler ama bunu yaparken yöntemleri daha farklıdır. Bu nedenle de seyirci veya okuyucu onlarla kendisini geleneksel kahramanlarla olduğu gibi tam anlamı ile özdeşleştiremez ancak onları tamamen de soyutlayıp yok sayamaz.

Kaynak: Anti-Kahraman

Yazar Hakkında:
Bu makale çeşitli kaynaklardan derlenerek toplanmıştır.


Ukrayna Karadeniz komşumuz olan, pek çok ortak kültürü paylasştığımız ülkelerin başında gelir.

Ukrayna ile olan ilişkiler ve turistik faaliyetler 1 Ağustos'ta kabul edilen iki devlet vatandaşlarına vizesiz seyahat serbestliği kabulü ile dahada pekiştirildi. Ukrayna'ya Türkleri çeken en önemli etkenler ticari faaliyetler ortak kültür ve ülkenin tarihi mimari eserleri ve tabiki de güzel kızlarıdır.

Ukrayna başkent Kiev başta olmak üzere Lvov, Odessa, Harkov, Donetsk ve Dnepropetrovsk ülkemizden en çok turiste ev sahipliği yapmaktadır.

Başkent Kiyev de Mariyinsky Sarayı, St. Andrew’s Kilisesi ve Golden Gate (Altın Kapı),kentin ziyaret etmeniz gereken mimari eserleri arasında yer alır.

Yeşil bir kent olarak gösterilen Kiyev, etkileyici botanik bahçelere ve insanı dinlendiren küçük parklara sahiptir. Devlet Botanik Bahçesi ve Ukrayna Bilim Akademisi Botanik Bahçesi kentin en güzel bahçelerinin başında gelir.

Yüzyıllar boyunca Rusya’nın kültür ve tarih merkezi olmayı başarmış bir kenttir Kiyev. Slav kültürünün en önemli temsilcilerinden biri olan başkent, canlı ve çok yönlü bir kültüre sahiptir. Kentte bulunan çok sayıda müze ve tiyatro, sanatseverler için fazlasıyla doyurucudur. Gece kulüpleri, gazinolar ve sinemalar, dinamik bir eğlence yaşamına işaret eder. Ukrayna'ya gelen tüm ziyaretçilere Lvov çernovtsı ve Vinnitsya şehirlerini görmelerini şiddetler tavsiye ediyorum.

Bir sonraki yazımda da Vinnitsya ve Lvov hakkında bilgi paylaşımında bulunacağım...

Kaynak: Ukrayna seyahati

Yazar Hakkında:
http://lx.ua

1 Aralık 2012 Cumartesi

Posted by ??????????? | File under : , , , , , ,

1978 yılında "Chosen-Seçilmiş" adlı 1 filmde oynadı. Filmde Douglas, büyük 1 sanayiciyi oynuyordu ve sinema gereği 1 nükleer santral inşa ederken, oğlunun şeytana dönüşerek dünyayı yok edeceğine tanık oluyordu. Son Oscar töreninde Onur Ödülü alırken bütün izleyicileri ağlatan Kirk Douglas, Spartacus, Vikingler gibi dev filmlerde oynadı fakat "Chosen" den epey etkilendi, niçin mi? tuhaf fakat gerçek; sebebi sinema çekilirken, yaşanan hadiseler vardı fakat en garibi tekrarı istenen birtakım sahnelerin bütün çabalara rağmen 1 daha çekilememesiydi; sanki 1 kuvvet ilk çekimin aynen kalmasını istiyordu. Ve dev oyuncu bugün "Chosen"i anımsamak bile istemiyor.

De Forest Kelley´i hepiniz tanıyorsunuz; "Uzay Yolu" nun ünlü hekim Mc Coy´u; Kelley 1950 yılında yaşadığı olayı asla unutmuyor."1950 yılında, ben, karım ve 1 dostum, güzel 1 haziran gecesinde Lousiana´ya doğru arabayla gidiyorduk; yol açık ve boştu; birden önümüzde dev, ışıklı silindirik 1 cisim belirdi, yerden 40-50 metre kadar yükseklikteydi. İçinden al 1 ışık yayılırken, dışarıya mavi ve yeşil sinyaller yayılıyordu. Yola sürek ettik, tuhaf cisim de bizimle beraber 1 saat kadar yol aldı, kah arkamızda, kah üstümüzde. sonraları, 1 mola yerine yaklaşıyorduk, o vakit yokoldu ve ertesi gün gazetelerde okuduk; bilinmeyen 1 gök cismi görülmüştü." Kelley sonraları ekliyor; "Yıl 1950´ydi ve daha o yıllarda "Uzay Yolu"nun adı dahi yoktu. Çok sonra uzay yolu´nu çekerken bu hadise hep aklıma geldi; eminim ki, bu 1 ufo´ydu ve bana gelecekte ün ve refah getirecek olan uzay dizisinin habercisiydi..."

Ünlü Rambo ya da Rocky yani Sylvester Stallone mazi yaşamına epey meraklı ve hipnoz seanslarına katılıyor. Ve Sly önceki 2 yaşamını bildiğinden emin; Fransız devrimi sırasında 1 ihtilalci olan Stallone, arkasından arkadaşları tarafından giyotinde idam edildiğine inanıyor. fakat Stallone olmadan önce 1 hayat daha yaşamış; Vahşi Batı´nın yeşil çayırlarında at koşturan ve ateşin etrafında danslar eden 1 kızılderili bi şekilde yaşadığı düşüncesinde..

Robin Williams´da, ciddi 1 reenkarnasyoncu; Bu konuda herşeyi inceledikten sonraları kendine 1 hayat felsefesi oluşturmuş; Bakın Williams ne diyor; "Bütün mazi yaşamlarımı inceledim, 1 yaşamımda İngiltere´de yaşadım; Shakespeare döneminde aktördüm. birtakım zamanlarda, kendimin farklı 1 yere ait olduğumu hissederim, sanki buraya ait değilmişim gibi, 1 kuramım var, 1 havaalanı düşünün, gideceğiniz yere kalkacak. Uçağın anonsunu bekliyorsunuz. fakat 1 fark var; nereye gideceğinizden haberiniz yok. Derken 1 anons yapılıyor; ´Haydi Bay Robin, Kafkasya´ya erkek bi şekilde gidiyorsunuz,teşekkürler. sonraları ruhunuz oraya uçup gidiyorve 1 bebekle buluşuyor; tamamı bu işte.." niçin olmasın, belki sevimli Peter Pan haklıdır...

Çoğumuzun bildiği gibi, Jules Verne´in ölümsüz eseri "80 Günde Devrialem"in sevimli Hintli prensesi Shirley McLaine ölümden sonraları yaşama ya da UFO´lara olan inancıyla tanınıyor; McLaine 1979 yılında ünlü İngiliz aktörü süper komedyen Peter Sellers´le tanıştı; "Bahçivan" filminde beraber oynadılar, sinema çekilirken Sellers hastaydı, ciddi 1 yürek ameliyatı geçirmişti. "Pembe Panter" dizisinin ölümsüz komiser Cleoseu´su,Shirley McLaine´e ameliyatını anlattı; "..ameliyat sırasında kendimi yukardan seyrettim; bütün ameliyatı izledim. asla 1 korku duymuyordum; bilincim yerindeydi ve epey iyiydim fakat bedenimin başı dertteydi. sonraları büyük parlak ak bır ışığa doğru yaklaştım, ışık bana huzur, sevgi ve sıcaklık veriyordu, hemen oraya gitmem gerekiyordu fakat birden kendimi tekrardan ameliyat masasında buldum ve inan doktorlara epey kızdım; geri dönmek istemiyordum..."

Ve Peter Sellers gerçekten de çok beklemedi; aradan 1 sene bile geçmedi ve kalbi daha çok çalışmadı, yaşamı boyunca ruhsal seanslardan çıkmayan, önceki yaşamlarından birisinde Romalı 1 general olduğuna inanan Peter Sellers büyük ak ışığa kavuşmuştu.

Gerçekten daha önceden yaşadık mı? Ruhlarımız acaba birçok farklı yaşamın kişilikleri birlikte mi dolu? Peki, tekrardan kim bi şekilde doğacağız ?

Örneğin, hepimizin severek seyrettiği "Üç Adam, 1 Bebek" adlı filmde yaşanan hadise hayret vericidir. Tom Selleck, Steve Guttenberg ve Ted Danson´un başrollerini oynadıkları 1987 yılında çekilen filmin yönetmeni de iyi tanıdığımız biriydi;"Uzay Yolu" dizisinin Volkanlısı uzun kulaklı Mr. Spock yani Leonard Nimoy. sinema ağırlıklı bi şekilde, 1 evde geçiyordu ve bu konut filmin çekimi için 1 kadından kiralandı ve sinema çekildi, 1 2 ay süren çekimler sonucunda, montaj bitirildi ve ilk gösterim yapıldı. Filmin galasında evi kiralanan kadın da bulunuyordu, yani Bn. Sheena Sand. Aradan 1 süre geçmişti ki, salondan 1 çığlık yükseldi. Hemen sinema durduruldu, Bn Sand bayılmıştı, ayıldıktan sonraları panik içinde kalkmaya çalıştı, filmin orasını tekrar görmek istiyordu. Nedeni sorulduğunda, ağlıyarak, geçen yıl ölen oğlunun görüntüsünü filmde gördüğünü söyledi. Önce inanılmadı fakat galadan sonraları sinema tekrar oynatıldı, kadın doğru söylüyordu. Filmin bu sahnelerinin birisinde perdelerin ardındaki camdan ufak 1 oğlan çocuğu bakıyor ve epey net 1 şekilde görülüyordu. Hemen araştırma yapıldı ve Bn.Sand´in oğlunun resimleri birlikte karşılaştırılınca kadının doğru söylediği anlaşıldı. sinema çekilirken, montaj yapılırken asla kimse bu görüntüyü görmemişti, Yönetmen Nimoy bile farkedememişti. imaj yalnız, gala gecesinde Bn. Sand varken farkedildi ya da ortaya çıktı.

Clarissa Bernhard, Hollywood´ da 1982 mayıs ayına kadar normal 1 insan bi şekilde yaşıyordu. İki ay kadar önce Mart 1982´de ünlü oyuncu John Belushi, 1 kaza sonucunda yaşama veda etmişti. Belushi´yi unutulmaz "Cazcı Kardeşler" den hatırlayacaksınız. Clarissa, 2 arkadaşı birlikte beraber Belushi´nin kazada öldüğü yerden geçiyordu. Gece yarısıydı ve arabaları karşıki otoparktaydı. Genç kadın, birden ürperdi, sanki daha sonra biri bakıyordu. Dönüp baktığında şok geçirdi. Çünkü 2 ay önce bütün burada ölen John Belushi, yolun bütün ortasında durmuş, bakıyordu. Clarissa, dehşetle arkadaşlarını uyardı, onlar da baktıklarında Belushi´nin hayaleti yavaş yavaş kayboluyordu. fakat üçü de görmüşlerdi... Clarissa Bernhard olayı unutamadı fakat daha arkası vardı. Aradan yedi ay geçti, Kasım ayının ılık 1 California gecesiydi. Ve Clarissa yine kalabalık 1 konuk grubu birlikte beraber bahçeye açılan salonda oturuyordu. Clarissa birden fenalaştı, ne olduğu merak edilirken toparlandı, başının döndüğünü söyledi fakat bütün o anda, birden bahçeyi işaret etti ve haykırdı "Bakın, oraya bakın..." Sekiz-on konuktan birkaçı bahçeye dönüp bakınca, karşılarında ünlü yıldız Natalie Wood´u gördüler fakat o da Belushi gibi solarak kayboldu.

Görüntü epey netti ve Natalie´nin hayaleti ağlıyordu. sonraları, hadise anlaşıldı, o gün Natalie Wood´un ölüm yıldönümüydü, talihsiz 1 kaza sonucunda ölen güzel yıldızın büyük aşkı Robert Wagner, birkaç gün evvel, evlenmişti. Ölüm yıldönümünde Natalie Wood´un hayaleti ağlıyordu, ölümden sonraları da süren aşkı sebebiyle, Clarissa Bernhard´ın tanıkların önünde 2 defa bu olayları yaşaması ya da ilk görücü olması nın anlamı neydi? Kadın sanki ruhsal 1 paratönerdi... Ve eşdeğer sene yani yine 1982´de yılın son günlerinde, Clarissa bundan sonra daha bilinçli bi şekilde ruhsal konularla ilgilenmeye başladı. Aralık ayının 1 gecesinde, aniden uyanarak, rüyasında Marilyn Monroe´yu gördüğünü söyledi.

Süper yıldız rüyasında Clarissa´ya yarın gece evinin bahçesinde buluşacaklarını söylemişti. Ertesi gün beraber yaşadığı Davis ve 2 arkadaşıyla beraber bulunan Marilyn´in öldüğü eve gittiler, hava kararıncaya kadar evin bahçesinin önünde arabanın içinde oturdular. Sokak boştu ve yalnızca birkaç lamba aydınlatıyordu. Birden Clarissa haykırdı;"Bakın, işte Marilyn..." Gerçekten de boş sokağın bütün karşısından 1 kadın geliyordu, ışığın altına geldiğinde iyice görüldü ve karşılarında vücudunu saran elbisesi içinde gerçekten Marilyn Monroe vardı. sonraları dördünün de inanmaz bakışları arasında yavaş yavaş kayboldu. Clarissa Bernhard, bütün bu olayları 1982 yılının içinde yaşadı ve 1 daha hiçbir şey olmadı. bütün çabalarına rağmen. Ne olmuştu? niçin sıradan 1 kadın, üst üste 3 defa 3 ünlü film yıldızının hayaletlerini gördü? Acaba Clarissa Bernhard, 1 çeşit fikir projeksiyonu birlikte kafasındaki görüntüleri yanındakilerin göreceği kadar mı yansıtıyordu ?



Kaynak: Unutulmaz oyuncu Kirk Douglas

Yazar Hakkında:

Hayatı sorgulayan filmler her zaman üzerlerine dikkati çekmiştir. Benjamin Button'un Tuhaf Hikayesinde hayatın iki önemli gerçeği olan doğum ve ölüm üzerine bir sentez yapılmış. Filmi izleyemedim. Alt yazılı fragmana şöyle bir göz attım sadece. Fikir güzel, senaryo sağlam ve film herşeyiyle [senaryosu, yönetmeni, oyuncusu v.s.] Oscar'a 13 dalda aday. Holywood sinemasını Amerika'nın dış politikasında önemli bir etken ve ciddiye alınması gerekecek bir büyüklükte yer tuttuğu için genelde eleştirmişimdir. Yalnız yiğiti öldürüp hakkını vermek gerekir. Tek düze işlerin içinde özgün olan şeyler çok az. Daha fargmanı izlediğimde; bizde neden böyle değişik işler yapılmıyor diye bir eleştiri geçti kafamda. Teknolojik ve bazı imkanlar sayesinde bir adım öndeler. Eyvallah bu kabul edilir. Yönetmenlerimiz, oyuncularımız ve en kritik olanı proje üretme aşamasında bir fabrika çalışan senaristlerimizde farklı, gerçekçi işler yapacak değerli kişiler var. Neden? bizim insanımız, oyuncumuz, senaristimiz,,, Oscar adayı olamasın. Daha kaçınılmaz olanı Oscar'ı alamasın...

Gelelim filme; oscar alır ya da almaz. Yalnız kurgusuyla, ele aldığı konuyla diğer filmlerden farklı. En başta benjamin Button isimli kişi hayatını tersten yaşıyor. Yaşlı bir insan olarak doğup, yıllarca geçtikçe gençleşiyor. Filmin iki cümleyle özeti bu.

Fragmanını izlediğimde filmden aldığım bir başka mesaj şu oldu: hayatı tersten yaşayan bir insan, çocukluktan olgunluğa geçişin olduğu normal bir yaşamdan, olgunluktan direkt uzun bir hayata başlıyor. Avantajı yapılacak hataları ve durum değerlendirmeleri -yaşın verdiği bir deneyimle yapabilmek. Yanındaysa git gide gençleşirken; fazladan deneyim kazanmak. Benjamin Button'un hayatı tuhaf olmasının yanında gerçekten enteresan birçok yönüyle.

Hergün tekdüze bir hayatı yaşayan dünyadaki milyonlarca insan, eminim böyle bir hayatı yaşamak isteyecektir. Kim gençleşerek ölmek istemez ki...



Kaynak: Benjamin Button'un Tuhaf Hikayesi

Yazar Hakkında:
Yücel Arslan Çınar | Günlerin Getirdiği © 2009 |

http://arslancinar.bloggum.com/
Posted by ??????????? | File under : , , ,

Şömine mekanları ısıtmak, ve bazen yöresel olarak yemek pişirmek vb. amaçlarla içinde ateş yakılan bir bölmeye sahip olan mimari yapı ögesidir.

Yakılan ateşten çıkan dumanın doğrudan dışarı atılması düz bir baca sisteminin kurulması ile sağlanır. Modern kültürde şömineler yapıların içlerinde, en çok vakit geçirilen alanlarda bulunsa da pek çok yerde ev dışında ya da avlularda dekoratif amaçlarla kullanıldığı görülebilir.

Şöminelerin insanoğlunun yaşamında ateşin kullanılmaya başladığı çok eski çağlardan bu yana var olduğu sanılmaktadır. Bu dönemlerde yerlere kazılan çukurlar biçiminde kullanılan şöminelerde yakılan ateşin dumanları yapının tavanına delikler açmak suretiyle oluşturulan ilkel bacalardan atılırdı.

İki katlı evlerin ilk yapıldığı dönemlerde bile bu teknolojinin kullanıldığı şömineler aynı dönemde yapıların dış kesimlerim de yer almaya başladı. 1678 yılında İngiltere Kralı II. Charles'ın yeğeni Prens Ruppert'ın şöminelerde hava akımı ve bugünkü baca sistemini geliştirmesi ile şöminenin tarihinde iki büyük devrim gerçeklemiş oldu.

Kaynak: Şömine

Yazar Hakkında:
Bu makale çeşitli kaynaklardan derlenerek toplanmıştır.
Posted by ??????????? | File under : , , , ,

Hızlı yazı okuma tekniği, kitap ve benzeri uzun metinleri daha kısa bir süre içerisinde anlaşılabilir olarak içinden okumasını sağlayan yöntemdir.

özellikle sınavlar, üniversite gibi hayati seçimlerin yapılacağı sınavlarda doğru düşünmek için saniyelerin bile çok önemi vardır.

öğrenci adayına tanına sınav sürecinin daha verimli geçemesi için başvurulan ve deneyenlerin başarılı olduğuna inanılan bir tekniktir Anlayarak hızlı okumak için, şüphesiz, konsantrasyonun da artırılması gerekmektedir.

Yüksek bir konsantrasyon sağlamadan yapılan hızlı okumanın hiçbir anlamı yoktur. Konsantrasyonu temel olarak etkileyen dört önemli faktör vardır. Bu faktörler; Düşüncelerimizi kontrol edebilmek ve yönetmek, Hafıza ve zeka gücümüzü etkin olarak kullanmayı öğrenmek, Beynin konsantrasyonunu artıran teknolojileri öğrenmek ve kullanmak, Konsantrasyonu artıran besinlerle beslenmek.

Kaynak: Hızlı yazı okuma tekniği

Yazar Hakkında:
Bu makale çeşitli kaynaklardan derlenerek toplanmıştır.